8 Ekim 2011 Cumartesi

KAHVE TANELERİ GİBİ EVLİLİK


bir baba evlenmek üzere olan oğluna tavsiyelerde bulunuyormuş.
"Son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum" demiş.
Mutfağı ve yemek yapmayı bilmeyen delikanlı "Olur" demiş çekine çekine.
Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış.
"Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana" demiş oğluna.
Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş... Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına.
Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba koymuş. Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış.
Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş oğlunu.
Yemek masasında üç tabak duruyormuş. Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş. Sonra oğluna dönüp sormuş: "Ne görüyorsun?"
Oğlu düşünürken açıklamaya başlamış.
"Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış.
Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış.
Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler.. "
Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş:
"Evlilikte aşk ve şefkat birlikte olmalıdır. Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler, eskitirler, pörsütürler.
Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar.
Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler. Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır
olmaları gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye isteklidirler.
Oğlu aldığı bu dersten tatmin olmuşa benziyordu. "Asıl ders bu değil!" dedi baba. Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları gösterdi.
"Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak... İkisinde de bir tat yok "
Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşalttı. Mis gibi taze kahve kokuyordu. Fincanı oğluna uzattı. "İçmek istersin herhalde" dedi. Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürdü. "Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis gibi, temiz ve huzur verici. Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi... Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı başarırlar."
HERKESE KAHVE ÇEKİRDEKLERİ BENZERİ EVLİLİKLER DİLEĞİMLE
alıntı

11 Eylül 2011 Pazar

4 SORULUK TEST

4 

sorudan ibaret.. 

Düşünmeden cevap vermek gerekiyor, 

mızıkçılık yapanlar kanayıncaya kadar dövülecek, 

yaralarına tuz basılacak !! 

Söylemedik demeyin.. 

Soru 1: 

Bir koşuya katılıyorsun, ikinci adamı solluyorsun. 

Hangi sıralamada yer alırsın? 

Cevap: 
Birinci sıraya çıkarım dediysen tamamen yanıldın ! 
İkinciyi sollarsan onun yerini alırsın, yani ikinci olursun. 

Ayrıca ikinci soru için lütfen biraz daha az düşün !! 

Soru 2: 
Sonuncuyu sollarsan hangi sıralamaya çıkarsın ? 

Cevap : 

Sondan ikinci dediysen yine yanıldın ! 
Biraz düşünsene oğlum! Sonuncuyu nasıl sollarsın ? 
Sen onun arkasındaysan o sonuncu olamaz değil mi ? 

Cevabı mümkün değil !! 
Kafa yormak senin yeteneklerinde yok herhalde. 
Anlaşılan senden iyi bir zayıf halka olur!!! 
Hadi bir daha deniyoruz, not tutma ve hesap makinesi kullanma, 
hemen cevap vermen gerektiğini de unutma ! 
Ha gayret !!!! 

Soru 3: 
1000 al 
40 ekle 
1000 daha ekle 
30 ekle 
1000 daha 
Artı 20 
Artı 1000 
Ve artı 10 
Toplam ne çıkıyor ? 

Cevap: 
5000 ??? Yine yanlış !!! 

Doğru cevap 
4100. 

Aynı hesabı iyi bir hesap makinesiyle tekrar yap... 
Oğlum aldığın tüm diplomaları bence çöpe at !!! 
Bari bu son soruya doğru cevap ver ! 

Soru 4: 
Nur'un Babasının 5 kızı var : 
1. Çaça 
2. Çeçe 
3. Çiçi 
4. Çoço 
5. ???? 
Soru: Beşincinin adı ne? 
iyi düşün haaa.. 

Cevap: Çüçü??? Yanlıııııııışş 

Nur lenn Nur!!!

20 Temmuz 2011 Çarşamba

BAKIŞ AÇISI

Amerika'da bir adam lotodan bir milyon dolar kazanıyor, 
arabasına giderken bir bayan kızının çok ağır, ölümcül bir hastalığa yakalandığını ve beş yüz bin dolar bulamazsa yarın kızının öleceğini söylüyor. 
Adam hiç düşünmeden parasının beş yüz bin dolarını veriyor. 
Ertesi gün bu olaya şahit olan biri, adama o parayı verdiği bayanın bir dolandırıcı olduğunu ve onu kandırdığını söylüyor. (adam gerçekten de kandırılmış) 

Bu konuşmanın sonunda adam sadece gülüyor, Bu duruma barmen oldukça şaşırıyor. -Nasıl olur, kadın seni kandırdı hiç mi üzülmedin? 

Barmenin aldığı cevap ilginçtir: 

-Benim sevincim yarın ölecek bir kızın olmaması!

16 Şubat 2011 Çarşamba

HER ANIN GÜZELLİĞİNİ YAŞAYANLAR İÇİN 
"Farz edin ki her sabah hesabiniza 86400 Amerikan Dolari kredi veren bir bankaniz var, ama bir günden digerine hiç bakiye devretmiyor.Tutari ne olursa olsun, kullanmadiginiz bakiye miktari her aksam iptal ediliyor. Böyle bir durumda ne yapardiniz? Tabii ki son kurusuna kadar çekerdiniz!!!! Aslinda, hepimizin böyle bir bankasi var. Adı ZAMAN... 

Her sabah ise, iyi seylere yatirim yapmadiginiz kismini silip, hesabiniza zarar kaydediyor. Hiç devretmiyor. Kredi miktarindan bir kurus fazla kullandirmiyor. Hergün size yeni bir hesap açiyor. Heraksam günün bakiyesini yakiyor. Eger günlük depozitolarinizi kullanmadiysaniz, bu zarar sizindir. Geriye dönüs yok. Yarindan avans çekmek yok. Bugünü, bugünkü depozitonuzla yasamalisiniz. Ona yatirim yapin ki, size saglik, mutluluk ve basari olarak geri dönsün. Zaman akip gidiyor gününüzü gün etmeye bakin! 

B

Dostlariniza ne kadar deger verdiginizi gösterin..."

12 Şubat 2011 Cumartesi

RESAM



Günün birinde dünyanın en güzel şeyin resmini yapmaya karar verdi. Bunun için dünyada en güzel şeyin ne olabileceğine dair bilgi toplamak üzere uzun bir yolculuğa çıktı.

Ağaçlık bir yolda giderken, beli bükülmüş yaşlı bir adamın yol kenarında oturmuş olduğunu gördü. Yanına giderek ona dünyanın en güzel şeyin ne olabileceğini sordu .İhtiyar, hiç tereddüt etmeden:“İMAN”dır” dedi.

Sonra, bir kasabadan geçerken, bir mabedin kapısı önünde toplanmış bir düğün kalabalığına rastgeldi .Kalabalığın arasına girerek genç geline:
“Dünyanın en güzel şeyi nedir sizce?” diye sordu;
Gelin, damadın gözlerinin içine bakarak:.
“Dünyanın en güze şeyi olsa olsa “AŞK”tır!” dedi.

Ressam yoluna devam etti.Tozlu bir yolda giderken cepheden dönen yorgun bir askere denk geldi.Aynı soruyu ona da sordu Asker:
“Dünyada en güzel şey “BARIŞ”tır” diye cevap verdi.

Ressam kendi kendine eğer dünyanın en güzel şeyleri İMAN , AŞK VE BARIŞ ise ben bunların resmini nasıl yapabilirim ki diye düşünmeye başladı.O düşünceyle evine döndü.



Evinin kapısından içeri girdiğinde ise, dünyanın en güzel manzarasının karşısında durduğunu düşündü. Çocuklarının masum bakışlarında İMAN, karısının gözlerinde AŞK okunuyor, evinde ise BARIŞ hali hüküm sürüyordu. Bunlardan aldığı ilhamla ressam dünyanın en güzel şeyin resmini yapmaya koyuldu.

Resim bitince de tabloya şu adı verdi: “EVİM”

7 Şubat 2011 Pazartesi

NE GÜZELDİR

.Ne güzeldir Dört gözle beklediğiniz bir haberin gelmesi... Ağrının dinmesi... Yıllar sonra bir gün bir yerde, çocukluğunuzda annenizin sizin için yaptığı kurabiyelere rastlamak... Yağmurdan sonra, açan güneş... Buz gibi sokaktan sıcacık eve girmek... Yorgunluktan bitmişken yatağa uzanmak... Tuttuğunuz takımın ezeli rakibini yenmesi... Kızgın kumlarda uzun uzun yattıktan sonra bedeni denizin serinliğine bırakmak... Sabahları kızarmış ekmek kokusuyla uyanmak... Bir doktor muayenehanesinin kapısından şüpheleri dağıtmış olarak sevinçle çıkmak... Yaz sıcağında,bir öğle uykusunun mahmurluğunu buz gibi bindilim karpuzla atmak... Bir bahçenin önünden geçerken duyduğunuz hanımeli kokusu... Sabah uyanıp o gün tatil olduğunu hatırlamak... "Artık bitti"derken sizi arayıvermesi... Yaslı Ana babanızın hala çaldığınız kapının arkasında ya DA hattın öbür ucunda olması. Fırından yeni çıkmış ekmeğin köşesi... Bir köşede birbirine sarılmış uyuyan kedi yavruları... Evinizden, pişmekte olan etli biber dolması kokusunun yayılması... Soğuktan titrerken elinize tutuşturulan bir bardak çay... Meteliksiz bir gününüzde çoktandır giymediğiniz ceketinizin cebinden para çıkması... Uzun, sıcak bir çinaralti. Sabahtan beri ayağınızı vuran ayakkabıları çıkardığınız an... Sudan bir sebeple küstüğünüz arkadaşınızla barışmanız... Yıkanmış,ütülenmiş, mis gibi kokan yatak takımlarının koynunda uyumak... Bir sandalın kenarına oturarak bacakları denize sallandırmak... En sevdiğiniz yemeğin ilk lokmasını ağzınıza aldığınız an... 
 
En önemlisi,nefes almak, konuşmak, duymak, yürümek, görmek,anlamak... 

"Ne Güzeldir"... 

VE NE GÜZELDİR ARKADASLARINIZDAN, SEVDİKLERİNİZDEN,SEVGİLİNİZDEN, ALACAGINIZ SICACIK BİR MERHABA 

26 Ocak 2011 Çarşamba

YENİ BİR DÜNYA

Anne rahmine düşen ikiz kardeşler önceleri her şeyden habersizmiş. Haftalar birbirini izledikçe onlar da gelişmişler. Elleri, ayaklan, iç organları oluşmaya başlamış. Bu arada, etraflarında olup biteni fark etmeye başlamışlar. Bulundukları rahat, güvenli yeri tanıdıkça mutlulukları artmış. Birbirlerine he...p aynı şeyi söylüyorlarmış: 
— Anne karnına düşmemiz, burada yaşamamız ne harika değil mi? Hayat ne güzel şey be kardeşim! 
Büyüdükçe, içinde yaşadıkları dünyayı keşfe koyulmuşlar. Öyle ya, hayatın kaynağı neymiş? İşte bunu araştırırken, karşılarına anneleriyle onları birbirine bağlayan kordon çıkmış. Bu kordon sayesinde, hiçbir zahmet çekmeden, güven içinde beslenip büyütüldüklerini tespit etmişler. 
— Annemizin şefkati ne kadar büyük! Bize bu kordonla ihtiyacımız olan her şeyi gönderiyor. 
Artık aylar birbiri ardınca geçiyor, ikizler hızla büyüyor, diğer bir deyişle "yolun sonuna yaklaşıyorlarmış". Bu değişiklikleri hayretle gözlemlerken, bir gün gelip bu güzelim dünyayı terk edeceklerinin işaretlerini almaya başlamışlar. 
Dokuzuncu aya yaklaştıklarında, bu işaretleri daha kuvvetli hissetmeye başlamışlar. Durumdan telâşlanan ikizlerden birisi diğerine sormuş: 
— Neler oluyor? Bütün bunların anlamı nedir? 
Öteki daha sakin ve aklı başındaymış, üstelik bulundukları bu dünya çoğu zaman ona yetmiyor; duyguları daha geniş bir âlemi arzuluyormuş. O cevap vermiş: 
— Bütün bunlar, bu dünyada daha fazla kalamayacağız anlamına geliyor. 
Ve eklemiş: — Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz. 
— Ama ben gitmek istemiyorum, diye haykırmış kardeşi. Hep burada kalmak istiyorum. 
— Elimizden gelen bir şey yok. Hem, belki doğumdan sonra hayat vardır. 
— Bize hayat sağlayan kordon kesildikten sonra bu nasıl mümkün olabilir ki, diye cevaplamış öteki. Bize hayat veren kordon kesilirse nasıl hayatta kalabiliriz, söyler misin bana? Hem, bak bizden önce başkaları da buraya gelmiş ve sonra da gitmişler. Hiçbirisi geri gelmemiş ki bize doğumdan sonra hayat olduğunu söylesin. Hayır, bu her şeyin sonu olacak. 
Bütün bunları söyledikten sonra eklemiş: 
— Hem, belki de anne diye bir şey de yok! 
— Olmak zorunda, diye itiraz etmiş kardeşi. Buraya başka türlü nasıl gelmiş olabiliriz, nasıl hayatta kalabiliriz ki? 
— Sen hiç anneni gördün mü, diye üstelemiş öteki. O belki de sadece zihinlerimizde var. Bir annemiz olduğu düşüncesi bizi rahatlattığı için onu belki de biz uydurduk. 
Böylece, anne rahmindeki son günleri derin sorgulamalar ve tartışmalarla geçmiş. 
Sonunda doğum anı gelmiş çatmış. İkizler dünyalarını terk ettiklerinde gözlerini başka bir dünyaya açmışlar ve sevinçten ağlamaya başlamışlar. 
Çünkü gördükleri manzara hayallerinin bile ötesindeymiş... 

İYİKİ YAPTIM MAHALLESİNE TAŞINMAYA NEDERSİNİZ....

İyiki yaptim mahallesine tasinmaya ne dersiniz? 

 
Küçük bir kasabanin dört ayri mahallesi varmis. 

Birinci mahallede 'Evet ama' lar yasiyormus. 'Evet ama'lar her zaman ne yapilmasi gerektigini bildiklerini düsünürlermis. Yapma zamani geldiginde ise 'evet, ama' diye yanitlarlarmis. Yanitlari hep yanlis olurmus. Suçu baskalarina atmakta da ustaymislar. 

Ikinci mahallede 'Yapicam'lar yasarmis. Ne yapacaklarini bilirlermis. Kendilerini yapacaklari seye adim adim hazirlarlarmis ama yapacaklari sirada sanslarini kaçirdiklarinin farkina varirlarmis. Bu mahallede insanlarin dizleri dövülmekten yara bere içindeymis. Yasami ertelemek için verdikleri karari bile ertelerlermis. 
 
Üçüncü mahallede yasayan 'Keşkecilerin hayati algilama güçleri mükemmelmis. Neyin yapilmasi gerektigini daima en isabetli sekilde bilirlermis ama... maalesef her sey olup bittikten sonra. 'Keske'cilerin de baslari hep kanarmis, duvarlara vurmaktan! 
 
Kasabanin en yesil bölgesinde, en güzel evlerin oldugu mahallede ise 'Iyiki yaptim'lar otururmus. 

'Keske'ciler bu mahallede yürüyüse çikar, etrafa hayranlikla bakarmis. 

'Yapicam'lar 'Keske'cilerle birlikte bu mahallede yürüyüse çikmak ister ama bir türlü firsat bulamazlarmis. 

'Evet ama'lar ise mahallenin güzelligini görmek yerine, agaçlarin gölgelerinin yeterince genis olmadigindan, 

günesin daha erken saatte dogmasi gerektiginden sikâyet ederlermis. 

'Iyiki yaptim' mahallesindeki insanlarin kusuru da beyinlerinde mazeret üretme merkezlerinin olmayisiymis. Bu yüzden yasadiklari ortam her zaman güzel, düzenli ve huzurluymus. 

Bu hafta hep birlikte 

'Iyiki yaptim' mahallesine tasinmaya ne dersiniz? 

 
ALINTI

22 Ocak 2011 Cumartesi

SOBALI EVDE BÜYÜMEK...

Sobanın borusunda bulunan çamaşır kurutma tellerine asılı olan okul önlüğünün kurumasını beklemiş çocuktur... 

 
Sobalı Evde Büyüyen Çocuk 

Kış sabahları bazen üşümekten yataktan çıkmayı istemeyen 
...soba kokusunu seven 
üstünde kaynayan çaydanlığın sesini seven 
üstündeki kestanenin mandalina elma kabuklarının kokusunu tanıyan seven 
bahçede karda oynadıktan sonra üstüne ellerini tutup ısıtmayı seven 
sobalı odadan öteki odaların soğukluğu nedeniyle çıkmak istemeyen 
kömür kokusu odun kokusu çalı çırpı çıtırtısı ateş gürlemesi nedir bilen çocuktur... 

Yıllar sonra büyüdükten sonra kaloriferli veya kombili bir evde bilehalen "oturma odası"nın kapısını kapayan rahatsız bir insandır... 

İlerleyen yıllarda kestaneye bayılan ama çocukluğundan hatırladığı tadı bulamayan bir büyük insan olacaktır... 

 
Sobanın üzerine kolonya dökerek alev denemesi yapmış çocuktur... 

Elbiselerinin bir köşesi kurutulurken yanmıştır... 

Büyüdüğünde yazın bile yorgan kullanmadan uyuyamama alışkanlığına veher mevsim açık kapıları kapama hastalığına sahip olacak çocuk... 

Gizli gizli sobanın arkasına pastel boya değdirip boyanın eriyerek soyut sanat eserlerine dönüşmesini izleyen koku farkedilip kendisine müdahale edilene kadar bunu değişik renklerle yapmaya devam eden çocuktur... 

Nohutun leblebiye dönüşünü soba üstünde görmüş cocuktur... 

Yün coraplarini sobaya dayayarak ayaklarini isitmistir bu cocuk.... 

Geceleyin atesin kırmızı ve sarı renklerinin dansını evin tavanında seyreden çocuktur... 

 
Elinin kolunun bir kenarında muhtemelen nasıl olduğunu hatırlayamadığı yanık izleri olan çocuktur...

Sobanın kenarına pısıp dakikalarca ısınan sonra kosarak aynaya bakan ve kıpkırmızı yanakları görünce kendini begenen bundan zevk alan cocuktur... 

Annesi evde yokken soba sönmesin diye sobaya tahta kömür taşımayı görev bilmiş çocuktur... 

Gece lambasinin isigi yerine sobanin alevlerine bakarak uyuyan cocuktur... 

Soba tütünce tırsmış çocuktur... 

Sobanın üstüne mantar koyup tuzlayıp sonra afiyetle yiyen çocuktur... 

Sobanin onunde mavi legen icinde banyo yapmis cocuktur... 

Muhakkak bir kere evi havaya ucurma macerasini yasamis cocuktur... 

Sobanın sıcaklığını ne kaloriferle ne de doğalgazla ısınan evde bulabilmiş çocuktur... 

Önlük yakalığını kumaş mendilini bilumum ufak tefek malzemeyi soba borusuna yapıştırmak suretiyle ütülemiş olan çocuktur... 

Sıcacık odada radyo dinlemeyi... 

Sevdikleriyle zaman geçirmeyi... 

Annesinin ördüğü kazağı o sıcaklıkta yinede giymeyi... 

 
Özelliklede hasta olmayı çok iyi bilen çocuktur...?

19 Ocak 2011 Çarşamba

HİPOTERMİ

oğuğa maruz kalma: hipotermi 

Soğuktan kaynaklanan en yaygın iki rahatsızlık hipotermi ve lokal donmalardır. Hipotermi vücut iç ısısının normalin altına düşmesi, lokal donma vücudun belli bir bölgesindeki hücrelerin donmasıdır. Bu rahatsızlıkların önlenebilmesi ve giderilebilmesi için öncelikle ısısının nasıl üretilip kaybedildiğini ve insan vücudunun soğuğa tepkilerini bilmek gerekir.Kaynakwh webhatti.com: 

Vücut ısısı düştüğünde (hipotermi) ilk önce zihin bulanması daha sonra bilinç kaybı gerçekleşir. Buz üzerinde patenle kaymak, kayak yapmak veya balıkçılık yapmak gibi kış faaliyetleri ile uğraşan kimseler, vücutlarının suyla ıslanmamasına dikkat etmelidirler. Donma ısısındaki sulara kaza sonucu düşülmesi çok tehlikelidir, çünkü ortalama öldürücü ıslanma zamanı (ölmesine yol açacak zaman) çocuklar ve birçok yetişkin için 30 dakikadan azdır. 

Eğer eksersizden sonra ve yemek yemeden az miktarda bile olsa alkol alınırsa hipoglisemi oluşabilir. Bu durum zihin bulanmasına ve zaman ve yer kavrama yeteneğinin kaybına, ayrıca ortam soğuksa vücut ısısının hızlıca düşmesine neden olur. Aynı anda yeterli miktarda gıda alınmazsa, az miktarda alkol bile uzun mesafeli yüzüşlerde veya kürek çekmek gibi uzun ve zorlu su sporlarından sonra çok tehlikeli olabilir. 

İnsanın soğuğa karşı olan en etkili önlemi zekasıdır. 28°C `nin altındaki sıcaklıklarda insan vücudu üretebildiğinden daha fazla ısı kaybetmeye başlar. İnsanlar soğuk ortamlarda zekâlarının ürünü olan giysi ve barınak gibi önlemlerle dış ortamdan kendilerini izole etmeye çalışırlar.Kaynakwh webhatti.com: 

Bilgili ve mantıklı olmak soğuk hava şartlarında daha da önem kazanır. Tehlikeli durumlar önlem alınabilecek kadar önceden fark edilebilmeli ve daha da önemlisi her koşula hazırlıklı olunmalıdır. Hipotermi ölümlerinin çoğu geçiş mevsimlerinde kişilerin şartların değişmesine hazır olmadığı durumlarda gerçekleşmektedir. 

Hipotermi ve donma, dağcıları, erken baharda hayvanlarını otlağa çıkaran çobanları, göreve giderken karda mahsur kalanları, nöbet tutan askerleri, sokakta yaşayan evsizleri tehdit ediyor en çok. Hipotermi vücudu genel olarak etkiliyor, donma ise genellikle ayak ve el parmakları, burun ucu, kulak gibi organlarda meydana geliyor. Gerek hipotermi gerekse donmayla baş etmek, kötü sonuçlarından korunmak hepimizin alabileceği basit önlemlerle mümkündür. 

Hipotermiye girenlerin vücut ısısının birden bire artırılmaya çalışılması yanlış. Bu durumdaki bir insanın öncelikle ıslaksa elbiseleri çıkarılmalı ve vücudu rahatlatılmalı. Vücudun soğuk metallerle teması kesilmeli. Varsa kuru bir şey (elbise, battaniye olabilir) üzerine yatırılmalı. Hasta sarılmalı. Ancak vücut birdenbire ısıtılmaya kalkışılmamalı. Bu yarardan çok zarar veriyor. Metabolizma karşı reaksiyon gösteriyor, ölüme bile yol açabiliyor. 

Yaşlılar, çocuklar, kalp ve damar hastaları, şeker hastaları hem hipotermi hem de donma açısından daha büyük risk altında Bu yüzden soğuk günlerde dar elbiselerden kaçınmalı. Damar sorunları olanlar soğuğa mümkün olduğu kadar maruz kalmamalı. İlla soğukta bulunulması gerekiyorsa hareket etmek, ellerin ovuşturulması, kaslardan enerji çıkmasına dolayısıyla ısı kaybını yerine konulmasına yardımcı oluyor. 

Aşırı soğuğa maruz kalmanın veya vücut ısısını düşüren diğer nedenlerin giderilmesinde giysi ve barınak kadar hareketin de ısıyı arttırıcı rolü var. Hareketlilik dolaşımı hızlandırıyor. 

Hipoterminin başlangıcındaki uykuya eğilim ve eylemsizlik, zorlu kas hareketleriyle aşılmalı. Özellikle dinlenme anında ve uykuda vücut hissedilmeden ısı kaybediyor. Isı kaybı, vücudun uykuda metabolizma hızını düşürmesiyle hayati önem kazanıyor. Kış uykusuna yatan bütün memeliler, vücut yüzeylerini küçülterek ısı kaybını engellemeye çalışıyor. İnsan da soğuğa maruz kaldığında örneğin uykuda üstünü açtığında büzüşür. İşte hipotermi hissedildiğinde vücut yüzeyini küçültmek de önem taşır. 

• Soğuk ortamda rüzgardan kaçın. Kapalı yerlerden çıkmayın. 
• Yeterli derecede sıvı almazsanız kan koyulaşır. Bol, sıcak sıvı alımı donmayı geciktirir. Özellikle şekerli içecekler kas hareketlerini motive ettiği için donmayı engeller. 
• Soğuk, kalori harcanmasını artırır. Bol kalorili (örneğin karbonhidratlı, şekerli) gıdaları tercih edin. 
• Bol ayakkabı giyin. Ayak parmaklarınız ayakkabınızın içinde rahatça oynayabilsin. Kat kat çorap giymeyin. Bir ince ve bir de kalın çorap yeterli. 
• Çok katlı ve bol giysileri tercih edin ki vücut ısınız içinde dolabilsin. 
• İki parmak eldiven giyin. Parmakların bir arada olması nedeniyle beş parmak eldivenden daha sıcak tutar. 
• Uzun süre hareketsiz kalmayın. 
• Alkol kesinlikle içmeyin. Çok tehlikelidir. Hipotermiyi artırır. Kısa süre ısıyı artırıyor ancak hemen sonra zararlı etkisi ortaya çıkıyor. 
• Hipotermiye maruz kalanlara soğuk içecek verilmemeli. Bilinç açıksa sıcak sıvılar ağızdan içirilmeli. Bilinci kapalıysa damar yoluyla verilecek sıvılar yine ısıtıcıdan geçirilmeli. 
• Hipotermiye maruz kalanlar birdenbire ısıtılmamalı. Kapalı bir ortamda, giysileri çıkarıldıktan sonra varsa uyku tulumuna alınması en uygun ilkyardım yöntemi. Hatta giysilerini çıkarmış birinin hipotermiye girmiş kişinin yanına, uyku tulumuna girmesi ısı transferine yarar. 
• Hipotermiye giren kişi kademeli olarak ısıtılmalı. Birden sobanın dibine oturtulmamalı. Oda sıcaklığı yeterlidir. 
• Büyük damarların geçtiği yerlere (koltuk altı, kasıklar) içinde sıcak su bulunan (en fazla 
35- 40 derece) şişe veya termofor konması işe yarar.

17 Ocak 2011 Pazartesi

BİR JAPONUN GÖZÜNDEN TÜRKLER


Bir Japon,
Istanbul'da gecirdigi bir haftanin sonunda fikri soruldugundasunlari
soyluyor:Turkler'in evine gittiginizde, tanimasalar da
buyur ediyorlar. Sizoturmadan kimse oturmuyor. Siz
sofraya gecmeden kimse gecmiyor. En iyiyere sizi
oturtuyorlar.Siz yemege baslamadan kimse
baslamiyor.Zorla her yemekten tattiriyorlar.Siz
kalkmadan kimse, evin cocugu bile sofradan kalkmiyor.Cay,
kahve, meyve, ikram bitmiyor.Herkes sizi rahat ettirmek icin
ugrasiyor.Kumandayi elinize veriyorlar.Sirtiniza, altiniza
yastik konuyor.Yorgunluktan olseler bile siz kalkmadan kimse
gidip yatmiyor.Gitmeye yeltendiginizde bu kez
birakmiyorlar.Yataklarini veriyorlar, kendileri kanepede,
koltukta yatiyor.

****************Sonra evden cikiyorsunuz ayni
adamlar 180 derece degisiveriyor.Herkes arabasini ustunuze
suruyor.Arabanin burnunu cikarmazsaniz kimse yol
vermiyor.Kornalar, kufurler. serit degistirmek bile mumkun
degil.Yayaysaniz isik olmayan bir gecitten mumkunu yok
gecemezsiniz.Evde oyle, arabada boyle, nasil oluyor? Bu isi
cozemedim!

11 Ocak 2011 Salı

Her yeni yıl başka bir güzel.. 2011 yeni yılının sizlere hayatınız boyunca unutamayacağız güzellikler yaşatsını diliyorum. Yeni yılınız kutlu olsun. 

» Herkes başkasına yardım etseydi, herkesin işi yapılmış olur. 2011 paylaşımlarımızın yılı olsun. Mutluluk, esenlik ve sevinçler getirsin. Mutlu yıllar. 
 
» Sağduyu aklın gardiyanıdır. Görevi: Kuşkulu düşüncelerin içeri girmesine, ve de dışarı çıkmasına engel olmaktır.2011 yılının hepize mutlu, sağduyulu ve sağlıklı günler getirmesi dileğiyle.. 
 
» Hedefsiz büyük şeyler yapılamaz. 2011 yılında tüm hedeflerinizin gerçekleşmesi dileğiyle.. 

» Hiç yanlış yapmayan insan genellikle hiçbir şey yapamaz. 2011 yılında yanlışlarımızın az, başarılarımızın devamlı olması dileğiyle yepyeni yıllar.. 

 
» Nerede hayat varsa, orada umut da vardır. Yeni yılda tüm ümitlar ve başarılar seninle olsun. Mutlu huzurlu yıllar dilerim. 

» Hayatı yapamayacağımız şeyleri istemekle geçirdiğimiz söylenir. Oysa enerjimiz tüm hayatıı zorlar. Yeter ki kendimize ve arkadaşlarımızın gücüne inanalım. Yeni yılda inancımızı pekiştirmemiz ve mutlu olmamız dileklerimle.. 

] 
» Dünyayı değiştirmek istersen kalbine inan , arkadaşlarına güven, sevgine sarıl.. Yeniyıl senin başarılarının anahtarıyla tüm kapıları açacaktır..Mutlu Yıllar olsun!! 

 
» Cevap verememek-susmak, dayanılması güç bir yanıttır. Yeni yılda tüm sorunların cevapları seninle olsun.. Mutlu yarınlar, mutlu yıllar dilerim.. 
 
» İnsan, armağanını içten vermezse ne değeri vardır. Yeni yıllar Allah’nın bizlere verdiği armağandır. En mutlu yıllar seninle olsun.. Armağanınla yücel..Mutlu seneler 

 
» Sahip olduklarımızla yaşamayı öğrenmek bir süreç, bir katılım, yani yaşamımızın yoğrulmasıdır. Gelecek yıllar varlığımızı zenginleştirecek. Yeni yıl ilk adım.. Nice yıllar, mutlu yıllar.. 
 
» Sağduyu aklın kapıcısıdır. Görevi: Kuşkulu fikirlerin içeri girmesine, ve de dışarı çıkmasına engel olmaktır.Yeni yılda hepizin mutlu, sağduyulu ve sağlıklı günler getirmesi dileğiyle.. 

10 Ocak 2011 Pazartesi

MSG NEDİR



Bu msg denen illeti piyasalarda, daha masum bir ifade tarzı olsun diye 
ÇIN TUZU adıyla satıyorlar. 
Piyasada bazı dönerciler de bunu kullanıyorlar. 
O kadar lezzetli oluyor ki, bir döner yiyecegine 2-3 döner yiyesin geliyor. 
Ayrıca ithal olarak gelen BUTUN GIDA MADDELERİNDE BU MSG VAR 
(Peynir, et, konserve vs vs.) 

MSG NEDİR?... 

MSG adında bir yiyecek katkı maddesi var. 

MONO SODYUM GLUTAMAT 

Yiyeceklere katıldığında, o yiyeceğin tadının beyin tarafından güzel 

Olarak algılanmasını sağlıyor. Tatlı, tuzlu, acı fark etmiyor. 

Hangi yiyeceğe katılırsa lezzetliymiş gibi geliyor. O yüzden gıda 

üreticil erinin bir çoğu MSG'yi karlı olduğu için kullanıyorlar. 

MSG ZARARLI MI ? 

Buna okuduktan sonra siz karar verin. 

Bu madde Nörotoksin. Sinir hücrelerine zarar veriyor. 

Merkezi sinir sistemi tahribatı ve buna bağlı olarak 

ALZHEİMER, PARKİNSON, HUNTİNGTON hastalıkları, SARA(Epilepsi) 

Retinal dejenerasyon (Göz retina tabakası hasarı) Yağ birikimi, doyma 
mekanizmasında bozukluk, obezite. 

Büyüme hormonu baskılanması. Pankreas hasarı, insülinde 
artış, ve buna bağlı diyabet. Böbrek ve karaciğerde ciddi hasarlar. 

Bu madde hamilelerde plasenta bariyerini geçebiliyor, 

anne karnındaki bebek de aynı tahribatlara maruz kalıyor. 

Özellikle çocuklarımızın hatta büyüklerin de çok severek yediği 
CİPS'lerde çok kullanılmakta. Hazır köfte harçları, Et suyu tabletleri, Hazır çorbalar, 

Dondurmalar, renkli yoğurtlar ve benzeri birçok üründe var. 

Şimdi diyeceksiniz ki, Madem bunca zararı var, neden kullanıyorlar?. 

Küreselleşen dünyada, ticaret de küreselleşti. Küresel ticaret devleri 
insaf, merhamet gibi duygularla asla çalışmaz. 

Onların amacı çok kar etmek, çok daha büyümektir. 

Bu mamuller, al benisi olan renklerde ve janjanlı ambalajlarda sunulur. 

Televizyon, gazete ve duvar reklamlarında onlara sıkça rastlarsınız. 

Sadece maddesel tadıyla değil, görsel yollar ile de beyinlerimize kazınır adeta. 

Basit bir hesap yaparsak, ucuz zannedilen bu ürünleri çok pahalıya 
tükettiğimizi görürüz. 

Mesela Cips. Semt pazarlarında 3 kg . patatesi 1 TL ye alabilirsiniz. 

Oysa ki 50 gram CİPS 1 liradır. 

Yani 1 kg . Cipsi, 20 ytl.den tükettiğimizin farkında bile değiliz. 

Olumsuz etkileri de cabası. bu mamulleri üretenler !.... 

Kendi ürettiklerini asla yemezler, içmezler. Onların gıdaları organik ve doğaldır. 

Son zamanlarda organik tarım yapan çok güçlü özel şirketler türedi. 

Burada itina ile yetiştirilen ürünleri semt pazarlarında göreniniz var mı? 
Ben henüz rastlamadım. 

Gelelim genel sağlık boyutuna; 

Son 25 yıla dikkatle göz atacak olursak, 

çocuk yaşta diyaliz cihazına bağlı yaşamaya mahkum edilenler, 
çok küçük yaşta şeker hastalığı ile tanışan çocuklar, obez çocuklar, asabi 
çocuklar, 9-10 yaşında buluğ çağına girenler, çeşitli nedenlerle engelli 
doğanlar ve bu sayının ülke nüfusunun % 12'sine çıkması ve benzerleri. 

Ve sizlerinde aklınıza gelebilen yeni hastalıklar. 

Hastalıkları üretenler, ilaçlarını da ihmal etmediler. 

Bu da madalyonun diğer karlı yüzüdür. Karbondioksitli meşrubatlardan, 
sakıncalı hazır gıdalara varana kadar bir çok yerde çeşitli uyarılar yazıldı, çizildi. 

Durumun ciddiyetini anlayabilenimiz var mı? 

Bu sorunun cevabı, tüketim miktarıdır. 

Şimdiki eğitim sistemimiz endüstri, tarım, genel kültür alanında 
yetersiz kaldığından, yeni nesiller tehlikenin farkında değildirler. 

Emperyalist devletler, egemen olmak istedikleri toplumun eğitimli 
olmasını istemezler. 

Onlar için önemli olan kendi halkları ve elde edeceği yeni sömürü kaynaklarıdır.
Etiketler: